Kaldırım kenarındaki eskimiş dikdörtgen taşların üzerinden yürüyor çocuk.
Haftaiçi, iş çıkış saati, hem yorgun hem de bıkmış artık bu rutinden. Etrafı huzur kokan evlerin, güvenli bahçelerinde geçmedi çocukluğu. Elleri toprak ve ter kokan bir baba ile her daim deterjanla karışık akasya kokan bir annenin oğlu. Çok da uzak olmayan diyarların, pek bir tanıdık mahallelerinde köklerine benziyor. Gökyüzünde sallanır gibi bir hali varsa bile, yeryüzünde bırakamayacağı bağlar kuruyor. Bir evet ve bir hayır'ı da yok; belki'lerle kalkıyor yataktan sabahları. Öyle bir büyütüyor ki içinde, o kupkuru sıcağı eserek yanağına konduran rüzgarı. "Kalbim büyük..." diyorum, "kalbim kocaman ve sınırsız ve durmak bilmez ve merhametli." ve çocuk şaşırıyor tüm bu söylediklerime. Anlam verecek vakti yoktur bazı insanların. Vakti olmuyor çocuğun da ama kazıyor aklına, "Mümkün." mümkün mü? Vakti olmayan her insan gibi, vakit ayırdığı her şey tüketiyor ufacık ömrünü. Bir çam ağacının dikenlerinden sayıca az günleri, bir gülün yapraklarından daha çabuk soluyor, bir elin parmaklarından daha az güveneceği insanlar, ve tuğla bir duvarın ardından daha önce var olduğunu bilmediği ihtimallere takılıyor gözleri. "İllüzyon..." diyorum, "izlediğin her şey sahnelenmek için yazılmış birkaç gösteri." Döngüler içerisinde kovalayıp durduğun tüm anlar, hepsi hayatını soluklaştırmak için yaratılmış bir öğle vakti. Sıkıcı ve tekdüze hayatın olsun ki aklına uğrayan soruları sorama diye hepsi. Uyu, uyan, ye, iç, konuş, sus, gel, git, heves et, vazgeç..diye. Bir hevesle yüzünü göğe dönüp bir takım yıldızından dilek dileyeme. Dileyemediğin dileklerin de peşinden gideme, yollara düşeme, yollarda yıkılıp sonra geri kalkıp sonra yine yıkılsan da "bildiğin tek şey yanlışı deneyimlemenin ardından doğruya ulaşmak" deyip devam edeme diye. Duvarları yosun tutmuş bir oda içerisinde küfür kıyamet bir geleceği, sırf üzerine kurdele kondurdukları için hediye etmeye kalkıyorlar çocuğa. ve çocuk, henüz direnişin ulaşamadığı kulak fısıltılarında yalnızca baskıyı işitiyor. Yalnızca cezayı, suçu, gururu, kibiri, onur ve ahlakı. Ağzına aldığı ilk kelimeden itibaren köreltiyorlar dipten yükselebilmeye olan inancını. Öğretmiyorlar karşılıksız şeylerle atan insan kalpleri olduğunu, bir çiçek yetiştirmenin, bir kalp kırmaktan daha çok cesaret isteyebileceğini, bir adım atmanın bir vazgeçişten daha zor olabileceğini, kırılgan olmanın ve sevmenin ve önem göstermenin ve hayallerini genişletebilmenin hafifliğini. Zor olsa da, elleri barut kokan çocuğa yol göstermek için yürüyorum önden. Bilmediğim yönlere yöneliyor, karşıma ne çıkarsa plansızca tepki veriyorum. Ruhumun bile duymadığı cılız sesleri, betonu kan ve pas kaplı odalarda kendine sarılan sözde babayiğitleri, tanıklık etmesem de kabullenemiyorum, içime dokunabilen gözlerin kendini bilmez bir şekilde karanlığı dileyişini, Mauna Kea bilinmezliği ile kendini dillere dolamış bir Everest'i. Arşimet'in Dünya'yı yerinden oynatacağı bir dayanak noktası arayışı gibi. Çok kırılgan bir doğru üzerinde, nerede olduğu bilinmez, bir cümleye son, bir diğerine başlangıç bir nokta oluyorum. Dua ediyorum Tanrı'sına çocuğun. Tanrı'nıza hepinizin. "Hali bitkin, gülüşünü geceye saklamış, başını kendine yaslamış, teselliye değil umuda ihtiyacı olanların içine; bir pazar gününün ansızlığı ile üzerlerindeki günahları sıyırma gücünü doğur." Melis Erdogan
0 Comments
Your comment will be posted after it is approved.
Leave a Reply. |
Melis Erdoğan
Bu blogta yer alan her yazı, içerikte aksi belirtilmedikçe (alıntı vb.) blog yazarına aittir. dontfinishanyht©Copyright Tüm Yazılar
February 2024
|