What you struggling right now might take you to where you needed to be at but it sure will not stay with you forever.
Çok fazla gelen var uzaklardan ama uzaklar gelmiyor bir türlü.çok fazla giden var buradan da ama bura gitmiyor hiç kimseyle birlikte.bazen ben duruyorum arabalar geçip gidiyor bazen arabalar geçip gitmemi izlerken.sonra biraz daha alçaktan bakmaya çalışıyorum bulutlara ki anlayabileyim su döngüsünü ve böylelikle sonsuzluğun olabileceğini.biraz daha dikkatli okumaya çalışıyorum kitapları ve böylece tarihi her iki uçtan da sürüp giden bir gerçeklik olarak kabullenebilmeyi istiyorum.bir süre bekliyorum sahnede.şarkıya girmeden 2saniye 28salise kadar bekliyorum ve her sahne günümde bir önceki 2saniyeyi hatırlatıyorum kendime.sonra performans sıram geldiğinde ufak bilimsel çalışmamı yarıda bırakıp yine sonsuza dair bir inancım olmayarak şimdiki zamanı öldürüyorum.arada bir ben de kendimden normal olarak sıyrılıp tamamen üzerime düşüp düşüp duran yüke konsantre oluyorum.herkes arada bir kendisinden çok daha güzel biri , biro kadar da çaresiz oluyor.ama ben biraz daha fazla zaman ayırıyorum kendime.bir şeylerin gitmesi benim için varlıklarının burda olmaması demek olmuyor bazen.gitme eyleminden birkaç ay sonra gitmesine izin verdiğim şeyler oluyor.ellerimi kenetlediğim ama aslında kenetlemekten kastımın hiçbir zaman somut olamayacağı şeyleri bir parçam yapıyorum.oysa ne çok şey var bu odada diyor annem.'dokunsan senin olabilecek bir sürü şey var bu odada'.ama içimde anlamını bilmediğim bir his dokunmak istetmiyor dokunabileceklerime.uzak hissi.ben uzakları sevmiyorum.ben kocaman Walnut Street tiyatrosunu bile en uzak köşesinden nefret ederek severim.bu uzak hissi uzaktakini sevmeme engel olmasa da büyük sınırlar inşa ediyor tam orta yerine açıklığın.elimde değil ya da şuan hayatımdaki her şey bir süre böyle kalsın istediğim için elimi atıp değiştiremiyorum bunu.yani ne şarkı söylediğim zaman seyircimin duyduğu kadar açık bir dil kullanıyorum ne de sadece piyano çaldığım zamanki kadar susuyorum gerçek hayatta.ortasındayım.milim oynamıyorum yerimden.her şeyin birbirine girdiğini, bütün porselen cam kırılabilecek ne varsa kırıldığını, her yerin yağmur çamur olduğunu izleyip bunlara dair tek bir tıkırtı bile duyamıyorum.ama vaz geçmiyorum.vaz geçmek değil korkmak oluyor tam üzerinde durduğum bahanenin adı.bu kez başka bir şekilde değil direk olarak kelime karşılığını açıklıyorum ama sanırım benden beklenen bu olmadığı için bir kez daha anlamıyorlar.yani ne yapsam ki.ne yapsa bu insanlar da bu tiyatronun yüzyıllık şancılarını, oyuncularını, piyanistlerini,dekorlarını bana kanıtlamanın bir yolunu bulsa.ve ben de duvarlarımı yıkabilsem.ve duvarlarım yokken görebilse beni.benim inancım ve inançsızlığım, bana olan inancı yitiyor.benim başarım ve başarısızlığım, başarabileceklerimizi yok ediyor başlamadan.yani herkes kendi sahnesinde oynuyor oyunu,sergiliyor en iyi performansını.ben hiç olmadığım kadar yakınım başka biriyle bir olup 2saniye 28salisede ne olduğunundan ikimizin de tamamen haberi olacak bir şekilde etrafımızdaki herkese istediklerini verme duygusuna.o kadar yakınım ki artık uzaklardan nefret ediyorum.çünkü bazı uzaklar, tek taraflı yürünmüyor.bazı uzakların bitmesi için iki kişi aynı anda birbirine yürümeli ama nedense zamanlama hiç tutmuyor. "..and 'the fault, dear Brutus, is not in our stars. It is in ourselves." M.e
0 Comments
Your comment will be posted after it is approved.
Leave a Reply. |
Melis Erdoğan
Bu blogta yer alan her yazı, içerikte aksi belirtilmedikçe (alıntı vb.) blog yazarına aittir. dontfinishanyht©Copyright Tüm Yazılar
February 2024
|