Bu kadar kırılgan mıydık sahiden?
Çatladığı yerden çaresizce toprak zemine düşüp solacak kadar çocuk mu kalplerimiz? Bir başkasının sarı kirpiklerine konabilecek umutlar sirokkoya kapılıp kurudu. Ellerimizde olmayan ne varsa önümüze sermeye heves ettiğimiz hayata engel oldu. Muellifi ilan edildik, kendimizinki de dahil, birçok başka hikayenin. Ucundan köşesinden sorumluyuzdur bazı hayati vaz geçişlerin. Ne kadar yeşeriyorsa, o kadar kuruma ihtimaliyle dolu bir bahar. Ve artık beşeri katkılarımızı da ortaya koyup bir mevsim inşa edesimiz var. Mütemadiyen aidiyet isteyip, tam avuçlarımızın içinde hisseder gibi olunca mahvettiğimiz sonlar.. İsteklerimiz; çok çarklı, külüstür bir duvar saati. Şimendifer gibi muazzam çalışan saatin dişleri tarafından çiğnenmeden akmanın yolunu arıyoruz. Bulamadığımız yollar, yokuşlara, yokuşlar insanlara varıyor. Hem zaten, "İnsan yokuşlu bir şeydir.", zaten insan aklının asfaltına ayakları yapışa yapışa sonu uçurum yokuşlara gözü kapalı giden bir şeydir. İniş Sokağı'na, pembeleşmiş yanağını kesen ayazı sırtlanır girer. Yorulup, kaybolup, dengesi bozulan ve dizleri kanayan düşlerden yoğurmuşsa isteklerini; insan, sıkça hataya düşüp kalkamayan bir şeydir. O kadar farklı mı zannediyoruz, her seferinde kapıyı çalan yeni yüzleri? Sonlarımızı silip, görmezden gelip, yeni başlangıçlar ediniyor ve sanki biraz Tanrı'nın işine karışıyoruz. Dinleyecek daha iyi şeyleri olduğu açık olan Tanrı, ellerini göğe açan çocukların dualarına yabancı. Karışıyoruz diye 'bir' oluruz zannediyoruz. Zamk gibi üzerimizde olsa da inkar ediyoruz, sanrıların gerçeklerle arasındaki farkı. Nereye kadar devam ederiz artık her şeyin değişmesini dilediğimizi ve değişenin sabit kalmasına olan açlığımızı? Gürültüsüyle, teriyle, dokunuşu veya kokusuyla değil korkusuyla uyandığımız rüyaların ev sahipliğini yapan adamlara, ölümden bile sessiz yokluklara, bir sonuç vermeyeceğini öyle iyi biliyoruz ki- tam böyle çığlıklara, göğüs kafesimize oturttuğumuz, güzelliğine muhtaç olup mümkün olamayışına istinaden acısına mecbur kaldığımız düşlere, sanki tabloymuş gibi ahenkli, hatta yeni bir akım Fransa'da, sanki yeni bir müzik türü- öyle ki hepsini birden içeren, sanki bize ait ve kimle istersek paylaşabileceğimiz o mevsime, yokuş sonlarında bekleyen sağlam bir düşüşe, ama umuttur ya bu-hepsi değsin tüm bunlara diye yatarken tuttuğumuz dileklere; yani her bir günahına onun yerine cevap vermekle yükümlü olduğumuz iddia edilen Tanrı'ya; inandığımız kadar kırılıyor gibiyiz. Nasıl olur bu böyle? M.E
2 Comments
Elçi
29/8/2019 21:25:36
Tanrı her duayı duyar, her duaya cevap verir. Bazen, cevabı "hayır" olur.
Reply
Meliseran
30/8/2019 12:35:10
Zannetmem, ama elçiymişsin neticede. Belki de öyledir.
Reply
Your comment will be posted after it is approved.
Leave a Reply. |
Melis Erdoğan
Bu blogta yer alan her yazı, içerikte aksi belirtilmedikçe (alıntı vb.) blog yazarına aittir. dontfinishanyht©Copyright Tüm Yazılar
February 2024
|