Kapalı gözler ardında ayakta dikiliyor anılar. O tüm dünyayı sallamış olması gereken acın, en yakınındakilerce bile hissedilmiyor.
En yakın. En yakınındakilere nasıl karar veriyorsun? Saydığın isimler aniden ne olursa olsun hep yanında mı olmaya başlıyor yoksa bu konuda hiçbir yaptırımın yok da insanlar kendileri istiyorsa mı yanındalar? Her soru, bir öncekiyle daha az alakalı bir başka soruya gebe. Vücut kıvrımlarından toprağa dokunana kadar süzülüyor içinden tüm benliğin. Ellerinin artık kırış kırış tüm yüzeyi, saçların banyo giderini tıkayacak kadar fazla dökülüyor, tenine soğuk rüzgar dokunduğu anda acıtıyor, daha hassas, daha güçsüz, daha az sensin. ve ne kadar söylenmemiş olsa da sanki herkes bunun farkında. Yerlere dağılıp bir daha bütün olamayana dek kırıldığında, ağızlarından çıkan sözlerin en keskin tarafları göğüs kafesini yırttığında, hissettiğin, dünyalar kadar büyük hayal kırıklığı, her verilen sözün ihlal edilişini takip ettiğinde, soğuktan titrerken bile yanacağını bildiğin ateşe el uzatmadın diye senle sessiz kavgalar ettiklerinde, bir günün adı 'çok geç' olacak ve senin dışında kimsenin haberi olmayacak. Ölümün hafif kaldığı bedeller ödedin bazı cümlelerin yüzünden. ve ağzını açarken artık kırk kez düşündüren suratlar karşısında ne konuşacağını bilemiyorsun. Zaman zaman kendinle olmaktan yorulduğun aklındayken devam ediyorsun günü geçirmeye. ve her bir sorunun cevabı diğerine öyle çok bağlı ki. Pişman olacağını şimdiden iyi bildiğin kararları siper edip göğsüne, gurur duyuyor-muş gibi dimdik yürüyorsun aslında orda durmak istediğin yerlerden uzaklara. Ne kapı eşikleri durduruyor adımları, ne son sözler, ne geri alınamayacak üzüntüleri geri almayı istemeler, ne de sözde sevgilerden kaçma isteği. Bir tek sen durdurabiliyorsun kendini. ve bir tek sen durmuyorsun bile bile. Elleri dizleri paramparça çocuk, bir gece, mahalle çocuklarıyla oynamakta olduğu evcilik oyunundan yanlışlıkla yaşlanmış bir kadın olarak çıkar. Oyun, öyle gerçektir ki, aslında gencecik olan çocuk aynaya baktığında gözlerinin içindeki bıkkınlıktan başka bir şey göremez. Saçlarını yapmaya başladığında ya da yüzünü boyamaya; güzel olup olmadığını değil, iyice saklanıp saklanmadığını kontrol eder. Şimdiden, etrafından çok iyi alışık olduğu o sıkıcı, heyecanı giderek azalmış, zorlaşmış koşullarıyla herkesi körelten hayatı kabullenir. Tek yapması gereken eve dönüp rol yapmayı bırakmaktır. İyi de, evi neresi? Kendimize iyi bakalım. Bakamıyoruz ama, lafın gelişi bakalım. M.E
0 Comments
Your comment will be posted after it is approved.
Leave a Reply. |
Melis Erdoğan
Bu blogta yer alan her yazı, içerikte aksi belirtilmedikçe (alıntı vb.) blog yazarına aittir. dontfinishanyht©Copyright Tüm Yazılar
February 2024
|